ÜST

KUŞADASI TARİHÇESİ



Kuşadası, Türkiye'nin tatil ve dinlenme yerleri arasında en önemlilerinden biri konumunda olup, parıltılı bir körfezin sahilleri etrafında kurulmuş sevimli bir liman kentidir. Kademe kademe inerek Ege'nin en güzel koyuna hakim olan ilçe, gerek altyapı imkanları, gerekse Kurvaziyer gemilerine verdiği servis ağı nedeniyle gelen yolcu sayısı bakımından; ayrıca Efes, Didim, Priene, Milet gibi antik yerlere olan yakınlığından dolayı da Ege'nin en gözde turistik merkezlerinden biridir.

Kuşadası’nın bir diğer önemli özelliği ise her yaştan insanın rahatlıkla gezebileceği kolaylıkta bir merkez olmasıdır. Efes, Meryem Ana ve diğer tarihi mekanları içeren bir tur yaklaşık 5 saat sürer.



İklim

Kuşadası tipik Akdeniz İklimini yaşar. Şehir yılın 300 günü güneş ışığı alır.

Günümüze Dek Kuşadası


Cumhuriyetin ilanından sonra İzmir’e bağlanan Kuşadası, 1954’te Aydın’a dahil olmuştur. "Küçük Ada" ya da "Güvercin Ada" şehrin şimdiki adının kaynağıdır. 1970'lerden itibaren ise tamamen turizme dönük bir yapılanmaya gitmiştir.



Kuşadası’nın Mimari Dokusu:


Kuşadası’nın tarihi yapısındaki en önemli unsur hiç şüphesiz surlardır. Kale içini çepeçevre saran surların bugün pek azı hayatta kalabilmiştir. Surlarla çevrilmiş antik Kuşadası mahalleleri ve evleri, Kuşadası’nın kurulduğu Orta Çağ’ın Akdeniz mimari tarzının bozulmamış en güzel örneğidir ve korumaya alınmıştır.


Kuşadası kentsel koruma alanını içeren bölümde, dar uzun sokaklar üzerinde bitişik nizamda sıralanmış evler, zemin katlar üzerinde basit çıkmalar ve kornişlerle süslenmiştir. Sokaklar T şeklinde kesişmelerle hiç bıkmadan dolaşılan bir güzellik sergiler.

Bilhassa Kale içinde birbirine paralel sokakların ön cephelerinde sıra sıra evler arkalarında birbirine bitişik avlular vardır. Bu avlulardan sokaklara taşan çeşit çeşit meyve ağaçları, yaseminler, begonviller ve salyokalar, şehre gizemli bir hava verir.


Dağ mahallesi ise daracık merdivenli yolları, çıkmaz sokaklarının gizemi ve denizin harikulade görünümüyle görenleri büyüler.
Kentsel sit alanı içindeki yapıların pek çoğu mimari açıdan değer taşımasa da, yüzlerce yıldan beri topluca bir arada bulunmaları açısından Kuşadası olarak büyük değer taşımaktadır. Eski şehir ve Kuşadası merkezi, Kuşadası’nın en değerli mirasıdır ve turizmin en işlek olduğu yerdir.


Kuşadası’nın diğer anıtsal eserleri çeşmelerdir. Bu çeşmelerin hiçbiri sanatsal yapım özelliği taşımamaktadır. Bununla beraber, yansıttıkları Osmanlı dönemi özellikleri nedeniyle değerlidirler.


Kuşadası’nın korunmaya alınmış tescilli anıtsal yapıları şunlardır;




1. Öküz Mehmet Paşa Kervansarayı


2. Güvercin Ada’daki kale ve surlar


3. Şehri çevreleyen surlar


4. Hanım Camii ve şadırvanı


5. Kuşadası’nın tarihi camileri


6. Kaleiçi hamamı, gönül hamamı


7. Kale kapısındaki çeşme


8. Çeşmeler


9. Hükümet Konağı


10. Suyolları ve su kemerleri


11. Milli Park





Tüm bu tarihi mekanların birbirine yakın mesafelerde olması, öncelikle şehir merkezinde zaman geçirmek isteyen turistler için bir avantajdır. Bu mekanların pek çoğunu iki saat gibi kısa bir zamana sığdırmak mümkündür.



EFES


Anadolu'nun batı kıyısında, bugünkü Selçuk ilçesinin 3 km uzağında bulunan önemli bir antik Yunan kentidir. Klasik Yunan dönemindeki İyonya'nın on iki şehrinden biridir. Kuruluşu, Cilalı Taş Devri M.Ö. 6000 yıllarına dayanır.


Neolitik Dönem Efes:



1996 yılı içinde, Selçuk, Aydın ve Efes yol üçgeninin yaklaşık 100 m. kadar güneybatısında, mandalin bahçeleri arasında, Derbent Çayı’nın kıyısında Çukur içi Höyük saptanmıştır. Arkeolog Adil Evren başkanlığında yapılan araştırma ve kazılar sonucu, bu höyükte taş ve bronz baltalar, iğneler, açkılı seramik parçaları, ağırşaklar, obsidien (volkanik cam) ve sileks (çakmak taşı), deniz kabukluları, öğütme ve perdah aletlerine ulaşılmıştır. Yapılan değerlendirmeler sonucu, Çukur içi Höyük'te, Neolitik Dönem’den Erken Bronz Çağı’na kadar bir yerleşimin ve yaşamın olduğu saptanmıştır.



Helenistik Dönem Efes:


M.Ö. 1050 yıllarında, Yunanistan'dan gelen göçmenlerin de yaşamaya başladığı liman kenti Efes, M.Ö. 560 yılında Artemis Tapınağı çevresine taşınmıştır. Bugün gezilen Efes ise Büyük İskender'in generallerinden Lysimakhos tarafından M.Ö. 300 yıllarında kurulmuştur. Şehir Roma’dan özerk bir şekilde Apameia Kibotos şehri ile ortak para bastırmıştır. Lysimakhos, kenti Miletli Hippodamos'un bulduğu "Izgara Plan"a göre yeniden kurar. Bu plana göre, kentteki bütün cadde ve sokaklar birbirini dik olarak keser.


Roma Dönemi Efes:


Helenistik ve Roma çağlarında en görkemli dönemlerini yaşayan Efes, Roma İmparatoru Augustus zamanında, Asya Eyaleti'nin başkenti olmuş ve nüfusu o dönem (M.Ö. 1.-2. yüzyıl) 200.000 kişiyi aşmıştır. Bu dönemde her yer mermerden yapılmış anıtsal yapılarla donatılır.

M.S. 4. yüzyılda limanın dolmasıyla Efes'te ticaret geriler. İmparator Hadrian limanı birkaç kez temizletir. Ancak yine de liman kuzeyden gelen Marnas Çayı ve Küçük Menderes Nehri’nin getirdiği alüvyonlarla dolar ve Efes denizden uzaklaşır.


Efes ören yerinde, Hadrianus Tapınağı girişindeki frizde Efes'in 3 bin yıllık kuruluş efsanesi şu cümlelerle yer alır:

Atina kralı Kodros'un cesur oğlu Androklos, Ege'nin karşı yakasını keşfetmek ister. Önce, Delfi kentindeki Apollon Tapınağı'nın kahinlerine danışır. Kahinler ona, balık ve domuzun işaret ettiği yerde bir kent kuracağını söyler. Androklos bu sözlerin anlamını düşünürken Ege'nin lacivert sularına yelken açar... Kaystros (Küçük Menderes) Nehri'nin ağzındaki körfeze geldiklerinde karaya çıkmaya karar verirler. Ateş yakarak tuttukları balıkları pişirirlerken çalıların arasından çıkan bir yaban domuzu, balığı kaparak kaçar. İşte kehanet gerçekleşmiştir. Burada bir kent kurmaya karar verirler...”


Doğu ile Batı arasında başlıca kapı durumunda olan Efes, önemli bir liman kenti idi. Bu konumu Efes'in çağının en önemli politik ve ticaret merkezi olarak gelişmesini ve Roma Devri’nde Asia eyaletinin başkenti olmasını sağlamıştır. Efes, antik çağdaki önemini yalnızca buna borçlu değildir. Anadolu'nun eski ana tanrıça (Kybele) geleneğine dayalı Artemis kültürünün en büyük tapınağı da Efes'te yer alır.


M.Ö. 6. yüzyılda bilim, sanat ve kültürde Milet ile birlikte en ön sırada yer alan Efes, bilge Herakleitos, rüya tabircisi Artemidoros, şair Callinos ve Hipponaks, gramer bilgini Zenodotos, hekim Soranos ve Rufus gibi ünlü kişileri yetiştirmiştir.



Mimari Eserler


Efes, tarihi boyunca birçok kez yer değiştirdiğinden, kalıntıları yaklaşık 8 kilometrelik geniş bir alana yayılır. Ayasuluk Tepesi, Artemision, Efes ve Selçuk olarak dört ana bölgedeki harabeler yılda ortalama 1,5 milyon turist tarafından ziyaret edilmektedir. Tümüyle mermerden yapılmış ilk kent olan Efes'teki başlıca yapılar şunlardır:


Artemis Tapınağı


Dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı, antik dünyanın mermerden inşa edilmiş ilk tapınağı olup temelleri milattan önce 7. yüzyıla kadar gitmektedir. Tanrıça Artemis'e ithafen Lidya kralı Croesus tarafından yaptırılan yapı, Yunan mimar Chersiphron tarafından tasarlanmış ve dönemin en büyük heykeltıraşları Pheidias, Polycleitus, Kresilas ve Phradmon tarafından yapılmış olan bronz heykellerle süslenmişti. Büyüklüğü 130 x 68 metre ve ön cephesi diğer Artemis (Ana Tanrıça) tapınakları gibi batıya dönüktü. Tapınak hem bir Pazar yeri, hem de bir dini müessese olarak kullanılıyordu.


Artemis Tapınağı, M.Ö. 21 Temmuz 356'da adını ölümsüzleştirmek isteyen Herostratus adlı bir Yunanlı tarafından yakılır. Aynı gece Büyük İskender doğmuştur. Büyük İskender Anadolu’yu fethettiğinde Artemis Tapınağı’nın yeniden yapılması için yardım teklif etmiş fakat reddedilmiştir. Tapınaktan günümüze sadece birkaç mermer blok kalmıştır.







Celsus Kütüphanesi



Roma Dönemi yapılarının en güzellerinden birisi olan Celsus Kütüphanesi, hem kütüphane, hem de mezar anıtı görevini üstlenmiştir. M.S.106 yılında Efes valisi olan Celsus ölünce, oğlu kütüphaneyi babasının adına mezar anıtı olarak yaptırmıştır. Celsus'un lahdi kütüphanenin batı duvarı altındadır. Cephesi 1970-1980 yılları arasında restore edilmiştir. Kütüphanede kitap ruloları, duvarlardaki nişlerde saklanıyordu.









• Meryem Ana Evi



Bülbüldağı'nda, İsa'nın annesi Meryem'in son yıllarını St. John ile birlikte geçirdiğine inanılan kilisedir. Hristiyanlar için hac yeridir ve bazı papalar tarafından da ziyaret edilmiştir. Meryem'in burada, mezarının da Bülbüldağı'nda olduğu düşünülmesine karşın, Kitab-ı Mukaddes'de anlatıldığı gibi Meryem'in mezarının dönemin Selefkos’u, bugünün Silifke'sinde olduğuna inanılmaktadır.









Ashab-ı Kehf mağarası



Bizans döneminde mezar kilisesi haline getirilmiş olan bu yer, Geç Roma imparatorlarından Decius zamanında putperestlerin zulmünden kaçan yedi Hristiyan gencin Panayır Dağı eteklerinde sığındıkları rivayet edilen mağara olduğuna inanılır. Dünya üzerinde ilgili mağaranın kendi sınırları içinde olduğunu iddia eden 33 kent olmasına karşın Hristiyan kaynaklarının çoğuna göre asıl kent Hristiyanlarca kutsal sayılan Efes'tir.



Türkiye'deki diğer Ashab-ı Kehf ise Lice'dedir. Efes'teki bu mağaranın, üstüne bir kilise yapılmış hali 1927-1928 yılları arasındaki bir kazıda ortaya çıkarılmış; kazı sonucunda 5 ve 6. yüzyıla ait olan mezarlar da bulunmuştur. Yedi Uyurlar'a ithaf edilmiş yazıtlar hem mezarlarda hem de kilise duvarlarında bulunmaktadır.






Hadrian Tapınağı:






İmparator Hadrianus adına, anıt tapınak olarak inşa ettirilmiştir. Korinth düzenlidir ve frizlerinde Efes'in kuruluş efsanesi işlenmiştir. 20 milyon TL ve 20 YTL banknotlarının arka yüzünde Celsus Kütüphanesi ile birlikte bu tapınağın resmi kullanılmıştır.









Domitian Tapınağı:



Şehirdeki en büyük yapılardan biri olduğu düşünülen İmparator Domitianus adına yapılmış olan tapınak, Traianus Çeşmesi'nin karşısında yer almaktadır. Günümüze yalnızca temelleri ulaşmış olan tapınağın yanlarında sütunların bulundu­ğu belirlenmiştir. Domitianus'un heykelinden kalanlar ise baş ve kol kısımlarıdır














Serapis Tapınağı:


Efes'in en ilginç yapılarından biri olan Serapis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi'nin hemen arkasındadır. Hıristiyanlık döneminde kiliseye dönüştürülen tapınağın Mısırlılarca yapıldı­ğı düşünülmektedir. Türkiye'deki Serapis Tapınağı olarak Hrsitiyanlık'taki Yedi Kilise arasında olması sebebi ile Bergama'daki diğer tapınak daha çok tanınmaktadır.


Meryem Kilisesi:


431 Konsül Toplantısı'nın yapıldığı yer olan Meryem Kilisesi (Konsül Kilisesi), Meryem adına inşa edilmiş ilk kilisedir. Liman Hamamı'nın kuzeyinde yer almaktadır. Hristiyanlık dinindeki ilk Yedi Kilise arasındadır.


St. Jean Bazilikası:



Bizans İmparatoru Büyük Iustinianus tarafından yaptırılan ve o dönemin en büyük yapılarından bir olan 6 kubbeli bazilikanın merkez kısmında, altta, İsa'nın en sevdiği havarisi St. Jean (Yuhanna)'nın mezarının bulunduğu iddia edilmektedir ancak henüz herhangi bir bulguya rastlanamamıştır. Burada, St. Jean adına dikilmiş anıt da bulunmaktadır. Hıristiyanlar için çok önemli kabul edilen bu kilise Ayasuluk Kalesi'nde yer almaktadır ve kuzeyinde hazine binası ve vaftizhane vardır.










ŞİRİNCE - SELÇUK




Şirince, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı ve Selçuk'a 8 km. mesafede tarihi mimarisi korunmuş turistik bir köydür. Özgün adı olan Kırkınca'nın efsanevi bir çağda dağlara vuran kırk kişiye atfen verildiği rivayet edilir. Rum telaffuzunda Kirkice, Kirkince ve nihayet Çirkince gibi biçimler alan bu ad, Cumhuriyet'in ilk yıllarında dönemin İzmir valisi Kazım Dirik'in talimatıyla Şirince şeklinde resmileştirilmiştir.

Şirince, 19. yüzyılda, özellikle ihracata yönelik incir üretimiyle ünlü, 1800 haneli bir Rum kasabasıydı. 1923'te Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sonucu Rumların ayrılmasıyla, Kavala'nın Müştiyan (Moustheni) ve Somokol (Domatia) köylerinden gelen mübadillerle iskân edilmiştir.


Köyün evvelce bağcılık, şarap üretimi ve zeytinciliğe dayalı olan ekonomisi, bir tütün bölgesinden gelen yeni sakinlerinin elinde bir süre sekteye uğramış, ancak son yıllarda artan turistik önemine paralel olarak, bu sektörler yeniden gelişmeye başlamıştır. Bağcılık ve zeytinciliğin yanı sıra, şeftali, incir, elma, ceviz yetiştirilir. 1950'li yıllarda 2000-3000 civarında iken sonradan 700'e kadar düşen köy nüfusu, 1990'lı yıllardan itibaren turizmin gelişmesiyle birlikte tekrar yükseliş eğilimi içine girmiştir. Şirince'de imal edilen ve pazarlanan değişik şarap türleri Türkiye çapında ün kazanmıştır. Köyde halen bazı Rum evleri pansiyon olarak hizmet vermektedir.




AFRODISIAS:



Aydın İli'ne bağlı Karacasu ilçesinde yer alır. Adını aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite’den alan Aphrodisias, özellikle Roma çağında Aphrodithe tapınımı ile ünlenmiş antik bir kent olup, günümüzde de çok iyi korunmuş anıt yapıları ile Türkiye’nin en önemli arkeolojik yerlerinden biridir.


Sonraki devirlerde üzerine tiyatro yapılan höyük, M.Ö. 5000’lere kadar giden Prehistorik bir yerleşkedir. M.Ö. 6. yüzyılda Aphrodisias küçük bir köydür. İlk Aphrodithe tapınağı da bu devirde yapılmıştır. Bu görünüm M.Ö. 2. yüzyılda ızgara planlı kentin kuruluşu ile değişmiştir. Bu devirde kentte, yaklaşık bir kilometrelik bir alana yayılmış 15.000 civarında insan yaşamaktaydı.


M.Ö. 1. yüzyılda Roma İmparatoru Augustus, Aphrodisias şehrini kişisel koruması altına aldı. Bugün ayakta kalan anıtlar ondan sonraki iki yüzyıl içinde yapıldı. Tiyatro ve tapınak arasında etrafı sütunlarla çevrili iki meydan planlandı (Tiberius Portikosu ve Agora). Antik dünyanın en iyi korunmuş stadyumu ise kentin kuzey ucunda yer alıyordu. M.S. 3. yüzyılın sonlarında Aphrodisias, Roma İmparatorluğu’nun Karia Eyaleti’nin başkenti oldu. M.S. 4 yüzyılın ortalarında da kentin etrafı surla çevrildi. M.S. 6. yüzyıldan itibaren bayındır halini ve önemini kaybetmeye başladı. Aphrodithe Tapınağı kiliseye dönüştürüldü. Küçük bir kasabaya dönen kent 12. yüzyılda tamamen terk edildi. 

Bu kent Antik Çağ’ın önde gelen mimarlık, sanat, heykeltıraşlık ve tapınma merkezlerindendir. Bizanslı yazar Stephanos, kentin kuruluşunu M.Ö. 13. yüzyıla kadar dayandırmaktadır. Karacasu ilçesinin 12 km. güneydoğusunda bir Karia kenti olarak kurulan Aphrodisias, altın çağını Roma döneminde yakalamıştır. Bu dönemde olağanüstü güzellikte mermer heykeller ve yapılar inşa edilmiş ve Aphrodisias stili olarak bilinen bir sanat ekolü de gelişmiştir. M.Ö. birinci bin yıl içinde bölgenin en önemli Antik Kenti olan Afrodisias’ta, Ön Asya kökenli Tanrıça İştar, Asterte, Anadolu kökenli Tanrıça Kybele ve Grek kökenli Tanrıça Afrodit kültlerinin birleşmesinden oluşan doğa ve bereket tanrıçası nitelikli ‘Afrodisias Afrodit’i kültü gelişmeye başlamış ve Afrodit Tapınağı kurularak şehir bir kült (inanç) merkezi haline gelmiştir.

Geç Helenistik Dönemde bölgede iki antik şehir gelişmeye başlamıştır. Afrodisias ve Plarasa Antik Kentleri Roma Dönemi’nde, özellikle Julius Claudius ailesinden gelen imparatorlar döneminde hızla gelişmişlerdir. Roma tarafından ayrıcalık ve özerklik tanınmış ve iki şehir ortak sikke basmışlardır.



MAGNESIA:


Magnesia antik kenti, Aydın’ın Germencik İlçesi, Ortaklar Bucağı’na bağlı Tekin Köyü sınırları içinde, Ortaklar-Söke karayolu üzerindedir. Kent efsaneye göre Thessalia’dan gelen Magnetler tarafından kurulmuştur. Apollon’un kehaneti ve yol göstermesi üzerine Anadolu’ya gelen Magnetlerin kurdukları ilk Magnesia’nın yeri ise bilinmemektedir.

Diodor, Menderes Nehri’nin sürekli yatak değiştirip taşması sonucu meydana gelen salgın hastalıklar ve Pers tehlikesine karşı, Atinalı Thibron’un kenti M.Ö. 400-399’da taşıdığını yazmaktadır. Bu nedenle bugünkü Magnesia’yı da daha sonraki bir dönemde kurulmuş saymak doğru olacaktır.


Yeni Magnesia çevresi surla çevrili, yaklaşık 1300x1100 m² bir alanı kapsayan, ızgara planlı cadde ve sokak sistemine sahip bir kentti. Priene, Ephesos ve Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konuma sahipti. Magnesia’nın zamanımızdaki ünü; tasarım ve uygulamalarıyla günümüze kadar ulaşmış olan mimar Hermogenes’ten kaynaklanmaktadır. Antik yazar, mimar Vitruvius’a göre Hermogenes, Pseudodipteros tapınak planını ve sütun aralıklarına göre tapınak tiplerini belirleyen ilk mimardır.





TRALLEIS:


Tralleis antik kenti Aydın ilinin kuzeyinde, Kestane Dağları’nın hemen güney yamacındaki plato üzerinde yer almaktadır. İl merkezine 1 km. uzaklıkta olan kent, Argoslular ve Tralleis’liler tarafından kurulmuştur. Menderes havzasının verimli toprakları üzerine kurulmuş olan bu kent M.Ö. 334’te İskender tarafından alınmasından sonra Helenistik krallıklar arasında sık sık el değiştirmiştir.



Tralleis’te bu gün ayakta kalan tek yapı “Üç Gözler” olarak adlandırılan 2. asırda yapılmış olan, antik çağın eğitim, spor ve kültür açısından önde gelen yapılarından olan gymnasiuma ait kalıntıdır.

Roma dönemine ait bir hamam, tiyatro, agora ve stadyum, kentin diğer yapılarındandır. Devam eden kazılarla da kentin toprak altında kalmış kısımları ortaya çıkarılmaktadır. İlkçağda ürettiği deriler ve kırmızı renkli çanak çömlek ile ünlü olan kent, Apollonios ve Tauriskos isimli iki büyük yontu ustasını ve Ayasofya’nın mimarlarından Anthemios’u da yetiştirmiştir. Heykel sanatının dünyaca ünlü iki heykeli olan Farnese Boğazı ve Genç Atlet isimli heykeller de Tralleis’in gün yüzüne çıkan harikalarındandır. Antik kaynakların ve arkeolojik belgelerin Tralleis, bazen de Trallais olarak nitelendirdikleri kent, Aydın İlinin Mesogis (Kestane) dağlarının güney eteklerinde Trakyalılar ve Argoslular tarafından Dor göçleri sonrasında (M.Ö.13. yy.) kurulmuştur.



DAVUTLAR



Yörenin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu kesinlik kazanamamıştır. Bununla beraber, Davutlar ve çevresinin geçmiş yüz yıllarda antik kentleri bir araya topladığı da bilinmektedir. Strabon; yöredeki Panionion, Neapolis, Phygeia, Panarmos ve Ephesos gibi antik şehirlerin varlığından söz etmiştir. Burada yapılan araştırmalar yöredeki yerleşmenin M.Ö. 300 – M.S. 20 yıllarında, Helenistik Çağ'da en üst düzeye ulaştığını işaret etmektedir.

M.Ö. V. yüzyılda Perslerin, M.Ö. 448'de Atina'nın ve daha sonra da Makedonya ile Seleukoslar’ın egemenliğine giren yöre, M.Ö. 64'te Roma'ya bağlanmıştır.

Davutlar ve Güzelçamlı arasında bulunan Panionion Antik kenti, İon Kentler Birliği'nin merkezi ve kent temsilcilerinin toplantı yeriydi. Davutlar da İon Başkent'i sınırları içindeydi.

Türkler’in Davutlar ve çevresinde etkinlikleri 1090 yılında Emir Tanrıvermiş zamanında artar. Bölge, Yıldırım Bayezıt zamanında (1390) Osmanlı topraklarına katılır. Osmanlı'nın diğer bölgelerinde olduğu gibi bu bölge de Türkmen, Rum, Yahudi ve Ermenilerin barış içinde yaşadıkları yer haline gelir. Davutlar'daki Türk yerleşiminin, XI ve XIV. yüzyıllar arasında göçebe yaşam tarzı ile başladığı ve daha sonraki dönemlerde yerleşik yaşam biçimine dönüştüğü bilinmektedir.







Kadıkalesi:



Kuşadası-Davutlar arasında Karaova (Anaia) mevkiinde yer alır. Yapılan araştırmalar kalenin yapılış tarihini 12-13. yüzyıl olarak ortaya koymaktadır. Ancak, Ege Üniversitesi’nin 2001 tarihinde yaptığı kazılarda, burada Hitit dönemine ait bronz tanrı heykelciğinin bulunması Kadıkalesi’nin kuruluş yeri olan Anaina’nın Hititler döneminde de stratejik öneme sahip olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Kale bulunduğu arazi yapısına uygun biçimde planlanmış olup; kalın duvarları yuvarlak kalelerle tahkim edilmiştir. Biri doğuda, diğeri kuzeybatıda iki anıtsal kapıya sahiptir.

Hellenestik ve Roma dönemlerinde Ege ticareti için vazgeçilmez bir yer olan Anaia’da yapılan Kadıkalesi; Bizans Dönemi’nde, 7.yy’daki Arap saldırıları, korsan saldırıları ve Haçlı Seferleri sırasında önem kazanır. Yöre Türk hakimiyetine geçene kadar bu kale için; Ceneviz, Venedik Katalan tacir ve korsanları, Bizans’a ve birbirlerine karşı mücadele ederler.


Panionion:


Davutlar ve Güzelçamlı Beldeleri arasında yer alan Panionion; İyonlar’ın ilk dönemlerine ait bir ören yeridir. Ege kıyılarına göç eden İyonlar burada gelişmiş şehirler kurarlar. M.Ö. 700 yıllarında bu kentlerin önde gelenleri (Efes, Milet, Samos, Teos, Myius, Klozemenia, Lebedos, Priene, Kolofhon, khidos, Erythrai, Smirna) dinsel bir birlik oluşturdular. Bu birliği oluşturan şehir devletleri, Melia Kent Tapınakları’ndaki dini ayinden sonra deniz kıyısındaki bu yere gelerek eğlence ve spor müsabakaları düzenlenmiştir. Bu etkinliği dünyanın ilk fuarı olarak nitelendirebiliriz.


Bu ören yeri ile ilgili ilk araştırma, 1961 yılında Alman W.Müller-Wiener’e aittir. Bugün önemli kısmı toprak altında kalan Panionion’un küçük bir anfi kalıntısı açığa çıkarılmış durumdadır. Yapılacak araştırmalarla anfinin hemen doğusunda daha başka amaçlı sosyal yapılara ulaşılması mümkündür.

Bu antik toplantı merkezi Kuşadası’na 25 km, Söke’ye 18 km, Davutlar’a 5 km olup, ulaşım sorunu yoktur.







Fındıklı Kale:


Samsun Dağları’nın kuzeyinde yer alan Fındıklı Kale; Karaova, Davutlar Ovası ve Kuşadası Körfezi’ne tamamıyla hakim bir noktada ve yaklaşık 600-700 m. yükseklikte, kayalık bir arazi üzerine kurulmuştur. Kayalık arazi ile bütünlük sağlayan kalenin duvarlarını uzaktan seçmek zordur.

Bizans Dönemi’nde önem kazanan kale, konum itibariyle bakıldığında çok daha önceleri yapılmış veya kullanılmış olabileceği kanaati uyandırmaktadır. Ancak mevcut durumunun yapı tekniği Bizans İmparatorluğu’nun Anadolu’da savunmaya yönelik imar çabalarını artırdığı (11.ve12.yy) dönemi hatırlatmaktadır.

Kale, arazinin şekline göre biçimlenen düzensiz bir plana sahiptir. Batı ve kuzey tarafında teraslarla aşağı doğru inerek 100-150 m’lik uçurumlara ulaşır. Uçurumların derin olduğu yerlerde surlara ihtiyaç duyulmamıştır. Diğer taraflarda ise kalınlığı 80 cm'den 400 cm’e kadar ulaşan surlar görülür. Kalenin ana girişine güneydoğu tarafından kayalık bir patika ile ulaşılmaktadır.

Fındıklı Kale, Davutlar’ın güneyinde ve yaklaşık 5-6 km uzaklıkta yamaçta yer alır. 1,5 saatlik bir yürüyüşle zengin orman örtüsü ve doğal güzellikler içinden kaleye ulaşılabilir.


Melia:


Anadolu’nun ilk halklarından Karialılar’a ait olan bu kent, Davutlar’ın Güney yamacında; Belen Kuyu mevkinde, 700-800 m. yükseklikte kayalık bir arazi üzerindedir. 3000 yıllık bir tarihe sahip olan bu kente ait ilk kazılar 2005 yılı yaz aylarında Prof.Dr. Hans Lohmann ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. Yapılan çalışmalarda iki tapınak kalıntısına ulaşılmış olup; devam edecek kazılarla Anadolu’nun en eski kentlerinden olan Melia Kenti’nin diğer yapılarına ulaşılması beklenmektedir.

Melia Kent harabelerine Davutlar’dan iki saatlik bir yürüyüşle ulaşmak mümkündür. Otomobil ve benzeri araçlarla da kırk dakikalık yolculukla ulaşılabilir.




Kurşunlu Manastırı:


Doğal güzellikle, tarihsel zenginliğin bir arada bulunduğu etkileyici bir yöredir. VIII. yüzyılda yoğun Hırıstiyan göçü sonucu Anadolu'nun bu yöresi, dinsel merkezlerden biri olmuştur. Baskıdan kaçan din adamları, gizlendikleri, tapınabilecekleri bu bölgede kiliseler ve manastırlar yapmışlardır.

Kurşunlu Manastırı adının nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte II. yüzyıl Bizans yapısı bir Ortodoks manatırı olduğu tahmin edilmektedir. Manastır, dini yayan ve eğitim yapan bir din okulu niteliğindeydi.

Manastırda yemekhane, kiler, mutfak, keşiş odaları, revir (sağlık ocağı), şapel (küçük kilise), neokropol (mezarlık), manastır surları, sur mahseni ve savunma odası gibi bölümler mevcuttur.

Kurşunlu Manastırı’nın içindeki kilisenin (Şapel) tavanının en önemli özelliği fresklerdir. Freskler İkonaklastik (puta karşı olanlar) dönemde simgesel ve geometrik motifler ile IX. yüzyılın ikinci yarısında İkonaklastik dönemden sonra dinsel ya da kişiler fresklerle gösterilmişlerdir.



GÜZELÇAMLI


Güzelçamlı, Aydın ili sınırları içinde, Kuşadası'nın kıyı şeridi üzerinden 25 km. güneyde, Dilek Yarımadası - Büyük Menderes Deltası Milli Parkı'na komşu bir sahil beldesidir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Rum kasabası olan ve Rumçamlısı diye anılan beldenin ahalisi, Kurtuluş Savaşı'nda Türk taarruzu sürerken, 7 Eylül 1922'de sandallarla Sisam adasına kaçmış, yore 1924 Nüfus Mübadelesi 'ne kadar 2 yıl boş kalmış, sonradan Yunanistan'nın Kavala ilinin Eleftheres (Leftere) köyünden 80 hane olarak gelen Türk göçmenlerce iskan edilmiştir. Güzelçamlı köyü, 1992 yılından itibaren belediyesi bulunan bir belde sıfatını almıştır.

Güzelçamlı bölgesi antik çağda, Pers İmparatorluğu'nun Anadolu'yu işgali sonrasında aralarında direniş amaçlı (Panionion) siyasi birliğini oluşturan 12 İyon Kenti'nin toplantı ve ayinler için bir araya geldiği Poseidon Helikonios sunağının bulunduğu yer olarak ön plana çıkmıştır. Samsun dağı (Mykale) eteklerindeki ve küçük bir tiyatro şeklindeki sunak, 1957-1958'de Gerhard Kleiner'in yönetiminde burada gerçekleştirilen kazılarla gün ışığına çıkarılmıştır. Bu anlamda bölge, İyon kentleri konfederasyonu için sembolik bir başkent işlevi görmüştür.






Zeus Mağarası:


Göktanrısı Zeus, kardeşi Poseidon'u kızdırdığında, elindeki üçlü yabasını kaldırarak dalgaları kabartıp, denizi altüst eden Poseidon'un gazabından kaçıp sakinleşmesini beklemek için bu mağaraya sığınır, burada dinlenir ve yıkanırdı. Güzelçamlı sakinleri ve yabancı turistler, denizin çok dalgalı olduğu günlerde ve havanın denize elvermediği günlerde tıpkı “Zeus” gibi burada yüzerler, o mitolojik havayı teneffüs ederler.

Dilek Yarımadası Milli Parkı'nın giriş kapısının sol tarafında, 200 m. İçeride bulunan mağaranın yolu belediye tarafından düzenlenmiştir. Mağaranın girişi, 20 metre kadar kayrak (kaygan) taşlı patikadan sağlanır.

Mağaraya gelenler, Dilek Milli Parkı’nın adından dolayı mağaranın sağında ve solunda bulunan ağaçlara “Dilek” için bez parçaları bağlamaktadırlar.

10 – 15 metre derinliğindeki su, mağarayı adeta bir havuz haline dönüştürmüştür. Mavi – Yeşil renkli su; dağdan gelen tatlı suyun ve denizden gelen tuzlu suyun karışımı ile yavan bir maden suyu haline dönüşmüştür.

Kuşadası’ndan safariye çıkan ekiplerin son duragı her zaman Zeus Mağarası’dır. Bütün günün yorgunluğunu mağaranın serin sularında yüzerek giderirler.


Milli Park:


Dilek Yarımadası Mili Parkı, Güzelçamlı sınırları içinde ve Kuşadası'na 28 km. uzaklıktadır. Küçük Menderes ile Büyük Menderes arasinda kalan Dilek Yarımadası, beş yüz milyon yıllık menderes kütlesinin bir parçasıdır.

Kuş uçuşu ortalama 20 km. uzunluğunda, 6 km. genişliğinde kabarık şekillerin hakim oldugu yarimadada yer alan Dilek Dağı, Aydın Dağları’nın batı uzantısını oluşturur. En yüksek yeri Dilek Tepesi’dir. Yarımadanın, pek çok derin kanyonla ve vadiye bölünmüş akarsularla parçalanmış vahşi bir görünümü vardır. Bu kanyon ve vadiler çeşitli hayvan ve bitki türlerinin barınağıdır.

Milli Park, 19.05.1966 yılında, Akdere ve Karine Orman Bölgesi’ni de içine alarak Samsundağı Milli Parkı olarak ayrılmıştır. Bugünkü alanı 11.012 hektardır. Ortalama yüksekliği 600-650 metredir.

Güzelçamlı Milli Parkı; flora (bitki) ve faunasıyla (hayvan) Türkiye'nin en zengin milli parkıdır. Milli parkta; Hatay'dan başlayarak Türk – Rus sınırında sonuçlanan Türkiye sahil şeridinde yer alan bitki örtülerinden özellikle ağaç ve ağaççıkların büyük bir kısmı bu küçük yarimadada mevcuttur. Bu özellik yarımadanın jeolojik yapısıyla ilgilidir.  

Bölgede; Ege, Marmara, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarının bitki örtüsünün tümünü bulmak mümkündür. Yarımadada kızılçam ve karaçam ormanları yer alır. Orman altı ise ağaççık halinde ve içine girilmeyecek sıklıkta, türce zengin bir gelişme göstermiş makilerle kaplıdır.



DİDİM:



Didim, Aydın'ın turistik bir ilçesidir. Doğuda Muğla il sınırı, Güllük Körfezi ve Akbük Koyu, batıda ve güneyde Ege Denizi, kuzeyde Bafa Gölü ve Menderes Nehri ile sınırlanmış bir yarımada şeklindedir.

Didim ilçesinin ilk yerleşim izleri Neolitik Devre (M.Ö. 8000) uzanır. M.Ö. 16. yüzyılda Miken, Giritliler ve daha sonra da Aka kolonilerinin varlığı görülür. Persler, Romalılar ve Bizanslıların ardından, 1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasından sonra ilk olarak Karia olarak anılan bu bölge, 1. Haçlı Seferleri’nin ardından yeniden Bizans'ın eline geçmiştir.



1261 yılından sonra Karia’da Menteşe Beyliği'nin kurulmasıyla, Didim ve çevresi bu beyliğin içine alınmıştır.

Osmanlı İmparatorluğu zamanında varlığını "yeronda - yoran" ismi ile sürdürmüştür. Sonrasında ismi, dünya üzerinde sadece bir yerde bulunan ve kök olarak "DIDYMAION" dan gelen "DIDIM" olarak yenilenmiştir.

Didim girişinde, Batı Anadolu kıyılarının en etkileyici bağımsız anıtı olarak niteleyebileceğimiz  Didyma Apollon Tapınağı yükselir. Tapınağın anıtsal boyutları ve benzersiz planı kadar, çok iyi bir durumda koruna gelmesi de hayranlık uyandırmaktadır.






Apollon Tapınağı




Yenihisar ilçe merkezindedir. Herodot M.Ö. 600’lerde Mısır Kralı II. Nekho ve Lidya Kralı Kroisos’un Didyma’daki Apollon mabedine adaklar sunduklarını nakleder. Arkaik devirde çok ünlü olan Apollon’un kutsal yeri, Persler tarafından M.Ö. 494’de yakılmıştır. M.Ö. 311’de bölge tekrar canlanmaya ve mabet yeniden inşa edilmeye başlanır. Seleukoslar döneminde mabet, planda değişiklikler yapılarak boyutları büyütülmüştür.



Artemis, Zeus, Aphrodite mabetleriyle diğer bazı yapıların da bulunduğu inşaatın Roma devrinde de sürdüğü, mabet çevresinde ele geçen kitabelerden anlaşılmaktadır. M.S. 250’den önce mabet önemini yitirmeye başlamış ve M.S. 385’de Theodosios’un emri ile tamamen önemini yitirmiştir. Hıristiyanlığın yaygınlaşması ile zaten bitirilmemiş olan mabedin adytonuna bir kilise yapılmıştır.










MİLET:



Milet, Anadolu'nun batısında, Ege Bölgesi’nde (klasik adı Meander olan) 'Büyük Menderes Nehri’nin hemen ağzına yakın deniz kıyısında bir antik liman şehridir. Şimdi Aydın'in Söke kazasında Akkoy'un 5 km. kuzeyinde ve Balat köyü yakınında bir harebe halinde olup, limanı Büyük Menderes tarafından doldurulduğu için, denizden yaklaşık 10 km içeride bir mevkidedir.

Arkeolojik araştırmalarla elde edilen bilgilere göre ise Milet ilk olarak M.Ö. 3500-3000 yıllarında cilalı taş devrini yaşayanların bir yerleşkesi olmuştur.

Antik Milet şehrinin bulunma efsanesine göre ise şehrin ilk yaşayanları Girit üzerinden gelmiştir.


20. yüzyıl başında, Theodor Wiegand’ın, arkelojik araştırma ve kazılarına ait eserinde Milet'te bulunan Helenistik ve Roma döneminden kalma eserler şöyle sıralanmıştır:



Buleuterion

Kuzey Agorası & Güney Agorası

Nimfeaum

Batı Agorası

Delphinion

Stadium

Faustina Hamamı


PRIENE:



Priene, Aydın Söke'de Efes’e yaklaşık 100 km uzaklıkta kurulmuş bir İyon (Antik Yunan) şehridir. Şehir, Menderes Nehri’nin 10 km kuzeyindedir. İlk kurulduğunda deniz kıyısında olan Priene, Menderes’in alüvyonu nedeniyle şimdi kilometrelerce kara içerisindedir.

Priene’nin, Belus'un oğlu Aegyptus yönetiminde İyonlar tarafından kurulduğu kabul edilir. Şehir sonra Lidyalı Ardys tarafından alınır. Uzun bir süre, Roma ve Bizans yönetimi altında zengin bir şehir olarak kalan Priene, M.S. 13. yüzyılda Türkler’in eline geçmiştir.



Şehir, 4. yüzyılda tekrar kurulmuş; şehrin yeni planı, yolların birbirini dik açı ile kestiği bir dikdörtgen olarak yapılmıştır. Bu plan günümüzün modern şehir planı Grid in öncüsünü oluşturur. Şehrin üzerine kurulduğu dik yamaç güneye bakar. Şehrin Akropolis'i, 230 m yukarıdadır. Şehir güvenlik kuleleri olan 2 metre kalınlığında taş duvar ile çevrilidir. Şehre giriş, üç ana kapıdan yapılır.



X
Grand Belish Resort Hotel & SPA
Merhaba, nasıl yardımcı olabilirim?
WhasApp Destek Hattı